16 Kasım 2011

OK Computer


Sene 1997. 14 yaşında, yeni yetme müzik dinleyicisi bir lise öğrencisiyim. Red Hot Chili Peppers, Soundgarden, Faith No More, Smashing Pumpkins, Pearl Jam, Green Day, o zamanın MTV'si ile bol bol Amerikan müziği takılıyoruz. Bir akşam okul dönüşü yine MTV başındayım ve aniden Radiohead diye bir grubun Paranoid Android şarkısının klibi çıkıyor karşıma. Klip animasyondan oluşuyor, Robin adlı bir karakterin gözünden anlatılıyor (ki vidyoyu yaratan adam Robin adlı animasyon çizgi film serisinin yaratıcısı İsveçli bir amcadır). Klibi gerçekten rahatsız edici derecede komik buluyorum ve daha da önemlisi şarkıdaki iniş çıkışlar ilgimi çekiyor ve Alkan bunu beğeniyor. Akabinde Bakırköy'deki daha önce onlarca kaset aldığım ve şimdi yerinde Bolulu Hasan Usta şubesi bulunan kasetçimden gidip albümü alıyorum. Hayatımın daha sonradan aldığı yolu belki de bu albüme borçluyum ben.



Kasedin A ve B yüzlerini ayrı iki albüm yapsak A yüzü hayatımda dinlediğim en iyi albüm, B yüzü de en iyi ikinci albüm olurdu. Özellikle A yüzünde arka arkaya bir insan hayatını değiştirebilecek derinlikte altı muhteşem şarkı var ve ben bu albümü başka türlü tarif edemem sanırım. B yüzü için de Climbing Up The Walls, No Surprises ve Lucky serisinin tüyler ürpertici bir üçleme olduğunu da söylemem lazım.

Albümü satın almamı takiben bir numaraya oturmuştur ve aradan geçen 14 uzun seneye rağmen bu değişmedi ve değişmeyecek.

Midnight in Paris



Ben bir film kritiği değilim ve fakat hayatım boyunca çok sayıda film seyretmiş biri olarak, ayrıca çok yakın bir geçmişte Paris'i ziyaret etmiş ve filmde anlatılan bir çok detaya az çok hakim biri olarak filmden bahsetmem lazım.

Filmi sevgili eşimle izledim ve öncelikle çok beğendiğimi belirtmeliyim. Owen Wilson'ın sabun köpüğü komedi filmlerinden hoşlananlar için iyi bir tercih olabilir, ancak Woody Allen dokunuşu filmi basit bir komediden daha fazlası yapıyor. Ve Owen Wilson'ın seyrettiğim en iyi performansı. Hep şunu düşünmüşümdür, Wilson'ın yüzü dramaya da çok yatkın ve O'nunu bir dramada izlemeyi gerçekten çok isterim. Wilson'ın oynadığı Gil karakterinin eşi Inez'i canlandıran Rachel McAdams ve tabii ki Marion Cotillard filmin iki ana kadın karakteri ve ikisi de her zamanki gibi başarılı. Michael Sheen'in oyunculuğuna zaten diyeceğimiz olamaz, zira çarpılabiliriz, burada da Inez'in arkadaşı ve çok bilmiş Paul'u canlandırıyor. Filmdeki oyunculuk performansının kalitesine gerçekten diyecek yok, ki Woody Allen bir oyuncudan en iyi performansı almayı her zaman başarmıştır.

Filmde "nostalji" kavramı da bol bol işlenerek Gil'in, nişanlısı Inez ve ailesiyle geçirdiği Paris seyahati sırasında yaşadıkları anlatılıyor. Gerçek bir nostalji meraklısı olan Gil, Hollywood filmlerine senaryo yazan bir senaristtir ancak senaryo yazmaktan artık sıkılmış ve nostalji dükkanı işleten bir kadın karakter hakkında roman yazmaya başlamıştır. Yeni kitabı için Paris'te ilham bulacağını düşünmektedir. Gerçekten de bir geceyarısı başına gelenler hayatını değiştirir. Woody Allen'ın absürd komedi anlayışını tam anlamıyla yansıttığını söylemek lazım. Zira Gil, bir anda günümüzden 1920'lere ışınlanıyor. Filmde Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald, T. S. Elliot gibi dünyaca ünlü edebiyatçıların yanında Pablo Picasso, Salvador Dali, Henri Matisse, Paul Gaugin gibi ressam/sanatçılar da hayat buluyor. Özellikle Hemingway'i canlandıran Corey Stoll ve Dali'yi canlandıran Adrian Brody, ki bir anlamda filmin sürprizidir, çok başarılılar. Fransa cumhurbaşkanı Sarkozy'nin eşi eski manken Carla Bruni'nin de filmde ufak bir rolü olduğunu belirteyim.

Eğer daha önce Paris'e gitmiş veya yakın zamanda gitme hazırlığındaysanız, aynı zamanda sanat ve edebiyat meraklısıysanız, bu filmi beğeneceğinizden ve belki de kendinizden çok şey bulacağınızdan eminim. Filmin afişinde dahi hayatının son dönemlerinde Paris'te yaşamış, Empresyonizm sonrası akımın öncülerinden Van Gogh'a (ve belki de genel anlamda post-Empresyonizm akımı özelinde Paris'in sanat tarihine) gönderme yapılmış ve bu filmin ana temasını yansıtmaya yetiyor.

Sen nasıl bir adamsın Rampage :)

Kıçına tekmeyi yedin ama yine de muhteşem bir adamsın Rampage!!! Jon Jones maçından önceki bir basın toplantısı sonunda yapılan ve staredown denilen dövüşçüler arasındaki birkaç saniyelik birbirlerine bakış anı bu. Jones, göz göze gelmemek için gözünü kaçırıyor ve belki de arkadaki kameralara bakıyor. Bunu fark eden Rampage'in hareketi ve "Dana" White'ın kopuşu görülmeye değer: 



Burada da ezeli rakibi, ki birbirinden gerçek anlamda nefret eder bu ikisi, Rashad Evans ile The Ultimate Fighter'da karşılıklı koçluk yaptıkları sezondan bir görüntü var. Rampage, kendisini taklit etmesinin üstüne  Rashad'ın Lyoto Machida'ya nakavt olduğu anı taklit ediyor. Kiminki kapak olmuş siz karar verin.


Rashad'ın nakavt olduğu an:



Rampage'in şaklabanlıkları bitmez. Burada da meşhur bir görüntü. Rampage bir PRIDE maçından önce hakeme sarı kart gösteriyor:



Dövüş başlayana kadar komik adamdır vesselam ama kafeste karşısına çıkmak istemezsiniz. O zamanki PRIDE MW şampiyonu Dan Henderson'ı yenerek PRIDE MW ve UFC LHW kemerlerini birleştiren adamdır kendisi ve bu anlamlı ve önemli bir kemerdir. Ancak hemen arkasından Forest Griffin'e kaybetmiş ve kemeri bir daha geri alamamıştır. Çıktığı son kemer maçında da en üstteki vidyoda yer alan diğer adama yenilerek şampiyon olma şansını kaybetmiştir. Geri döner ve bir kez daha kemer maçı hakkı kazanır mı, yoksa A-Takımı ile başladığı sinema kariyerine mi devam eder bilemeyiz.

15 Kasım 2011

The Elder Scrolls V: Skyrim! Sonunda!

Serinin ikinci oyunu olan Daggerfall ile başladım yaklaşık 15 sene önce. Oyna oyna bitmeyen ve sonsuz bir dünyaydı ve ben bu oyunu bitirmek için senelerce uğraşmama rağmen başaramadım. Bitmek tükenmek bilmeyen dehlizler ve mağaraların içinde kaybolup gittim her seferinde. Ama serinin üçüncü oyunu Morrowind ve dördüncü oyunu Oblivion ile bu kör talihim değişti. Morrowind'i PC'de, Oblivion'u da her üç expansion paketi ile hem PC'de hem de PS3'te bitirdim. 

Şimdi sıra Skyrim'de.

14 Kasım 2011

UFC on FOX: Henderson vs. Guida kritiği


UFC on FOX ana kartındaki bu maç tam da beklediğim gibi muhteşem bir maç oldu ve Benson "Smooth" Henderson kazandı. WEC'deki favorilerimdendir kendisi, nedenini dün bir kez daha gördüm. Pettis'e kaybettiği ve o müthiş ninja tekmesi yediği maçta dahi çok iyi dövüşmüştür ve gerçekten çok yakın bir maçtı. O maç Pettis'in de hayatında çıkardığı ve çıkaracağı en iyi performansa sahne olmuştur. Belki de maçın kaderini o tekme belirledi ve o tekme isabet etmeseydi Henderson maçı kazanacak, WEC'teki son maçında kemerini kaybetmeyecekti.



Müthiş bir maçtı ve FOX'takiler bu maçı canlı yayınlamadıklarına bayağı pişman olmuşlardır. Doğrusunu söylemek gerekirse uzun zamandır seyrettiğim an iyi "MMA" dövüşüydü. Sadece yumrukların konuştuğu bir "slugfest" değildi ama ne ararsanız vardı: TD, TD savunması, submission, submission savunması, clinch, clinch savunması, dizler, Henderson'ın alçak ve yüksek tekmeleri, hatta Henderson'dan bir yerde axe kick geldi ama kılpayı isabet etmedi, superman punch, Guida'nın isabet eden spinning back fist'i ve Henderson'ın eğilerek kurtulduğu high kick sonrasında tekmeyi yakalayarak Guida'yı yere devirmesi. Ancak gecenin iki spektaküler sahnesi Can'ın yazısında bahsettiği ilk rounddaki Henderson'ın bacaklarını 180 derece açarak uyguladığı TD savunması ve maçın son 1 dakikasına girilirken iki dövüşçünün birbirlerine doğru zıplayıp çarpışmaları ve yere düşmeleriydi. Burada Guida Henderson'ı maçta ilk defa yakalayıp giyotin boğma denedi ancak Henderson boğmanın aksi yönünde yuvarlanarak submission'ı savunmayı başardı. 

Daha ilk roundun ilk dakikasında Benson Henderson yumruklarıyla ve belki biraz da Guida'nın kaymasından ötürü iki kez Guida'yı dizlerinin üzerine devirdi. Ve bundan sonra maç asla tempo kaybetmedi. Zaten Guida'nın olduğu bir dövüşün temposuz ve sıkıcı geçmesi mümkün değil. Adam Energizer tavşanı gibi, bir saniye durmuyor.


Maçın gidişatında en çok dikkati çeken Henderson'un tekniği ve uyguladığı hareketlerin tamamen kitabına uygun olmasıydı. Her hareketi otomatik gibiydi ve kendine güveni o kadar yüksek ki yer yer Guida'yla oynadı resmen. Özellikle TD savunması ve clinch'teki üstünlüğü ile dikkati çekti, ayrıca submission denemeleri de çok etkiliydi. Guida "asla pes etme" yapısı ile bütün maç ayakta kalabildi ama son dakikalardaki giyotin boğma dışında maçı kazanmaya yaklaşamadı ve Henderson'a zarar veremedi. Buna karşılık Henderson'ın net submission denemeleri, TD savunmaları, TD'leri, diz ve yumruk darbeleri var.


Henderson MMA'de şu anda çok iyi bir konuma sahip. Kariyerinde yendiği adamlar az buz adamlar değil. Donald Cerrone'yi (bu adam tam bir stand-up canavarı ve çok iyi bir kickboks ve MT dövüşçüsüdür, izlemeye devam edin) iki kere, Shane Roller (donanımlı bir güreşçi ve WEC'in üst düzey LW'lerindendir), Jim Miller (ki çok çok çok donanımlı bir güreşçi ve belki de Edgar ve Maynard seviyesindedir, 7 maçlık galibiyet serisini Henderson bitirmiştir), Mark Bocek (ki submission üstadı bir BJJ'cidir, UFC'nin en tecrübeli adamlarındandır) ve son olarak Clay Guida (ki herkesin bildiği üzerine heart ve cardio'da bu adamdan iyisini bulmak zordur) ve hepsini de kati bir şekilde, açık açık, tartışmaya kesinlikle yer bırakmayacak şekilde yenmiştir. UFC'de 3-0 oldu ve üç maçını da tartışmasız şekilde üstün olarak kazandı.


Henderson, çok yönlülüğün kafesteki tanımıdır ve yeni model MMA dövüşçüsüne en iyi örneklerden biridir. 2 kere All-American olmak her babayiğidin harcı değildir. Bunun yanına kahverengi kuşak BBJ'i koymuşsanız, bir de tekvando siyah kuşağınız varsa, şampiyon olabilecek ve kalabilecek donanıma sahipsiniz demektir. Henderson bu şansa da sahip oldu ve aldığı bu galibiyet ile LW kemer maçına çıkma hakkı kazandı. Frankie Edgar ile Şubat 2012'de Japonya'da yapılacak organizasyonda karşılaşacak. 

Henderson bence komple bir dövüşçü ve şampiyon olmayı sonuna kadar hak ediyor AMA Edgar'a karşı şansı yoktur, zira tek eksiği KO gücü ve Edgar'ı KO edemiyorsanız yenmeniz imkansıza yakındır. Edgar'ın da KO edilemediğini de her iki Maynard maçlarında gördük ki her iki maçta da yerlerde sürünürken maçı çevirmeyi başarmıştır. Ancak çok iyi bir maç olmaya şimdiden adaydır. Eğer bu karşılaşmaya kadar striking'ini Edgar seviyesine kadar olmasa da o seviyeye yakın bir hale getirebilirse şansını artırmış olur. Aksi halde Edgar'ın kemeri kaybedeceğini sanmıyorum. 

UFC on FOX - Cain vs. JDS'nin yarattığı hayalkırıklığı!

Uzun zamandır beklediğim maç 64 saniye sürdü ve benim için büyük bir hayal kırıklığıydı. Cain kötü bir gameplan ile çıktı ve bu daha ilk dakikadan belli oldu. Doğrudan bir TD denemesiyle başlayacağını ve JDS'i yere devirene kadar baskı yapacağını düşünmüştüm ama o kendisini ayakta test etmeyi ve belki de herkese birşeyler kanıtlamayı tercih etti. Ancak gardını yeteri kadar yüksek tutmayarak adeta TKO davetiyesi çıkardı. JDS, Roy Nelson ve Carwin'e birer araba dolusu dayak atmıştı ama bunlar karşısında dahi bu kadar net knockdown vuruşu yapamamıştı, zira bu ikisi de JDS karşısında yüksek gardla durmayı tercih ettiler, yine de JDS üzerlerinden geçmişti. Cain ise fazlasıyla açık ve gardı aşağıda dövüştü ve bu JDS karşısında yapılabilecek en büyük hatadır. Cain bu kadar büyük bir hata yaptığını ancak TKO'dan sonra kendine gelince farketmiştir.

Açıkçası en az 3 round sürecek ve sonunda Cain'in kazandığı bir dövüş olacağını düşünmüştüm ama 64 saniye süren bu maçla birlikte koskoca bir event bence boşa gitti. FOX da hayalkırıklığına uğramıştır bariz bir şekilde, çünkü bir saatlik yayın neredeyse sadece Dana White ve Lesnar'ın katıldığı ve geceyi yorumladıkları maç öncesi programdan ibaret oldu. Ve Tabii ki Dana White belki de gecenin yarattığı hayalkırıklığı ile danalığını bir kez daha kanıtlayarak gece sonundaki basın toplantısında saçmaladı. Ama Dana White bu, zaten kendisini nefret edilen biri haline getiren de bu küçük dağları ben yarattım tavırları. Tamam, kabul ediyoruz, UFC'nin bu kadar büyük bir organizasyon ve MMA'in bu kadar büyük bir sektör haline gelmesinde payı var, ama asıl aktörler dövüşçülerdir ve bundan dolayı Dana'nın biraz daha alçakgönüllü olması gerekir.

Maç hakkında konuşulacak pek fazla birşey yok. Bana kalırsa iki dövüşçü de kendisini test edemedi. Cain güreş yeteneğini sergileyemedi ve bir kez daha JDS'in boksundan başka bir yeteneğini göremedik. JDS'in BJJ'si hala bir soru işareti ve hala test edilemedi. Bunu Carwin ve Roy Nelson da test edemedi, Overeem veya Lesnar da test edemeyecektir. Zira yapabilecek tek kişi de Cain'di ve fakat Cain çok büyük bir şansı elinden kaçırdı.Herşeyden ötesi kemer gitti ve birkaç maç daha geri gelmeyecek. JDS bu kemeri uzun süre koruyabilir, çünkü kendisiyle baş edebilecek başka bir dövüşçü yok gibi gözüküyor. Overeem seçeneği var, fakat ayak dövüşünde JDS rakipsiz ve Overeem dövüşü yere indirebilecek bir dövüşçü değil. Kickboks altyapısıyla JDS'e zor anlar yaşatabilir ama bundan daha fazlası lazım JDS'i yenebilmek için. Çünkü adamda tek yumruk KO gücü değil, resmen yarım yumruk KO gücü var ve Overeem granit çeneye sahip değil.

Burada şöyle eşleşmeler olabilir. Overeem vs. Lesnar galibi JDS ile kemer maçına çıkar. Kaybedeni ise Cain ile eşleşir. Overeem kazanır ve burada Lesnar'ın çok istediği Cain ile rövanş eşleşmesi olacaktır. Yani JDS vs. Overeem ve Cain vs. Lesnar maçları çıkar. Roy son Cro Cop galibiyetinden sonra Carwin ile eşleşebilir veya Mir'i Carwin ile eşleyebilirler. Cain vs. Lesnar galibi ile Nelson/Mir vs. Carwin galibi (ki buradan bence Carwin çıkar) dövüşür ve kazanan kemer maçına çıkabilir. Yani Cain'in iki maç kazanarak tekrar kemer maçı hakkı kazanması mümkün. Burada Carwin de bir nevi gatekeeper* konumuna gelmiş oluyor. 

Şimdi bütün umutlar UFC 139'a kaymış durumda. Müthiş bir kart bizi bekliyor. Shogun, Jon Jones maçında uğradığı bozgun ve yediği dayağı Forrest Griffin'i ilk roundda yenerek ve UFC'deki ilk maçında kendisinden aldığı mağlubiyetin rövanşını da alarak biraz olsun unutturdu ve fakat asıl kendisini test edeceği maç Henderson maçı olacak. Henderson çok formda ve Strikeforce LHW şampiyonu olarak geliyor. Cung Le maçı da Wanderlei'nin UFC'deki son şansı olabilir, zira "Wand" çok fazla TKO mağlubiyeti aldı ve çenesi iyice zayıfladı. Bana göre Leben'dan aldığı TKO bardağı taşıran son damla olmalıydı ama O'nun gibi bir efsane için bu fazlasıyla acımasızca olurdu. Bana göre gecenin en fazla heyecan verici maçı Urijah Faber ile Brian Bowles arasındaki bir nevi WEC şampiyonlarının kapışması olacak. Brian Bowles, Miguel Torres'ten BW kemerini almış ve hemen ardından kariyerindeki tek mağlubiyeti aldığı Dominick Cruz'a kaybetmişti. UFC'deki durumu 2-0. Urijah ise son olarak ezeli rakibi Dominick Cruz'la kemer için karşılaştı ve açık ara kaybetti. Uzun süre WEC şampiyonuydu ancak kemeri Matt Brown'a kaybettikten sonra bir daha alamadı. Son çıktığı 4 kemer maçını da kaybederek (3 kere WEC'te, bir kez de UFC'de) bu alanda bir rekora da imza atmış gibi gözüküyor. Bu maç gecenin maçı olmaya adaydır, benden söylemesi. Kampmann vs. Rick Story eşleşmesi de heyecan verici, zira Kampmann favori dövüşçülerimdendir ve hiçbir maçı durağan geçmez. Story'de en son Thiago Alves'i yenerek heyecan verici bir dövüşçü olduğunu kanıtladı. Expect some fireworks! Bunlarla birlikte Stephen Bonnar, Ryan Bader ve yukarıda adı geçen Miguel Torres'in de olduğu bir dövüş gecesi senenin en iyisi olmaya aday.

*gatekeeper: UFC gibi dövüş organizasyonlarında ilk maçına çıkan adamların karşılaştığı veya bir dövüşçünün title shot kazanmak için dövüştüğü, nispeten daha tecrübeli ancak şampiyonluğa oynayacak kadar yetenekli olmayan veya kariyerlerinin bir yerinde şampiyonluk maçlarını kaybetmiş dövüşçüler. UFC'deki son dönemde bazı gatekeeper'lar: Kampmann (vs. Shields), Leonard Garcia (vs. Nam Phan), Frank Mir (vs. Lesnar), Chris Lytle, Stephan Bonnar. Frank Mir dışındakiler slugfest'e eğilimli olup pek gameplan yanlısı adamlar değildirler, ancak dövüşleri her zaman heyecanlı ve eğlenceli olmaya adaydır (ilk aklıma gelenler: Kampmann vs. Sanchez, Garcia vs. Chan Sung Jung, Chris Lytle vs. Matt Serra / Kos, Stephan Bonnar vs. Jon Jones).

Batı cephesinde işler karışık!

Kim Hırvatistan'ı geçip Avrupa Şampiyonası'na katılacağımıza yürekten inanıyordu? Eleme grubunda tat vermeyen ve en kolay gözüken maçları bile zoraki kazanan Milli Takım'dan gerçekten kimin umudu vardı? Takım olmayı bir türlü başaramayan, bireysel olarak bakıldığında yıldız seviyesinde olup, iş takım oyununa geldiğinde tel tel dökülen futbolcularımızın karakter koyup işi bitireceğini kim düşünüyordu?

Milli Takım teknik direktörlüğünü yabancılara bırakmamamız gerektiğini bir kez daha gördük. Bu millete alışık olmadığımız zaferleri yaşatanlar hep yerli hocalar oldu. Sırasıyla Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş ve tekrar Fatih Terim. Ne o, sıra Mustafa Hoca'da mı tekrar? Yoksa artık yeni Terim'ler, Denizli'ler, Güneş'ler çıkarmanın mı vakti gelmiştir? 

Bence ikincisi. 

Bir laf da Daha maçlar oynanmadan prim derdine düşen ve federasyonla pazarlığa tutuşan "sevgili kaptanlar"a! Yaptığınız ahlaksızlığın daniskası, başka birşey değil. Siz sporcunun ahlaklı olanı değil, paragöz olanısınız. Ne verdiniz bu ülkeye de 16 milyon lira prim istiyorsunuz? Felaket üstüne felaket yaşayan bir toplumun gözünün önünde milyonlarca liralık primi de istemeyiverseydiniz ya! Ya da çok meraklıysanız ve kazandığınız on milyonlarca lira yetmediyse, bari şampiyona biletini masaya koyup pazarlığınızı yapsaydınız! Lanet olsun sizin gibi adamlara!

Son olarak, bir zahmet milli maçları İstanbul'da oynatmayın artık. Ya da Arena'da oynatmayın, çünkü gördük ki Arena bazılarının dengesini fena biçimde bozuyor.