16 Kasım 2011

Midnight in Paris



Ben bir film kritiği değilim ve fakat hayatım boyunca çok sayıda film seyretmiş biri olarak, ayrıca çok yakın bir geçmişte Paris'i ziyaret etmiş ve filmde anlatılan bir çok detaya az çok hakim biri olarak filmden bahsetmem lazım.

Filmi sevgili eşimle izledim ve öncelikle çok beğendiğimi belirtmeliyim. Owen Wilson'ın sabun köpüğü komedi filmlerinden hoşlananlar için iyi bir tercih olabilir, ancak Woody Allen dokunuşu filmi basit bir komediden daha fazlası yapıyor. Ve Owen Wilson'ın seyrettiğim en iyi performansı. Hep şunu düşünmüşümdür, Wilson'ın yüzü dramaya da çok yatkın ve O'nunu bir dramada izlemeyi gerçekten çok isterim. Wilson'ın oynadığı Gil karakterinin eşi Inez'i canlandıran Rachel McAdams ve tabii ki Marion Cotillard filmin iki ana kadın karakteri ve ikisi de her zamanki gibi başarılı. Michael Sheen'in oyunculuğuna zaten diyeceğimiz olamaz, zira çarpılabiliriz, burada da Inez'in arkadaşı ve çok bilmiş Paul'u canlandırıyor. Filmdeki oyunculuk performansının kalitesine gerçekten diyecek yok, ki Woody Allen bir oyuncudan en iyi performansı almayı her zaman başarmıştır.

Filmde "nostalji" kavramı da bol bol işlenerek Gil'in, nişanlısı Inez ve ailesiyle geçirdiği Paris seyahati sırasında yaşadıkları anlatılıyor. Gerçek bir nostalji meraklısı olan Gil, Hollywood filmlerine senaryo yazan bir senaristtir ancak senaryo yazmaktan artık sıkılmış ve nostalji dükkanı işleten bir kadın karakter hakkında roman yazmaya başlamıştır. Yeni kitabı için Paris'te ilham bulacağını düşünmektedir. Gerçekten de bir geceyarısı başına gelenler hayatını değiştirir. Woody Allen'ın absürd komedi anlayışını tam anlamıyla yansıttığını söylemek lazım. Zira Gil, bir anda günümüzden 1920'lere ışınlanıyor. Filmde Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald, T. S. Elliot gibi dünyaca ünlü edebiyatçıların yanında Pablo Picasso, Salvador Dali, Henri Matisse, Paul Gaugin gibi ressam/sanatçılar da hayat buluyor. Özellikle Hemingway'i canlandıran Corey Stoll ve Dali'yi canlandıran Adrian Brody, ki bir anlamda filmin sürprizidir, çok başarılılar. Fransa cumhurbaşkanı Sarkozy'nin eşi eski manken Carla Bruni'nin de filmde ufak bir rolü olduğunu belirteyim.

Eğer daha önce Paris'e gitmiş veya yakın zamanda gitme hazırlığındaysanız, aynı zamanda sanat ve edebiyat meraklısıysanız, bu filmi beğeneceğinizden ve belki de kendinizden çok şey bulacağınızdan eminim. Filmin afişinde dahi hayatının son dönemlerinde Paris'te yaşamış, Empresyonizm sonrası akımın öncülerinden Van Gogh'a (ve belki de genel anlamda post-Empresyonizm akımı özelinde Paris'in sanat tarihine) gönderme yapılmış ve bu filmin ana temasını yansıtmaya yetiyor.

Hiç yorum yok: