6 Ocak 2011

Fırtınalı zamanlar

Eskisi kadar sevmediğin bir kadını bırakır gibi  bırakamazsın takımını. Onu terkedemez, yalnız bırakamazsın. Onun varlığı ve benliği içine işlemiştir bir kere.

Ama gerçek şu ki, duyulan sevgi ve bağlılık artabiliyor, azalabiliyor. Bu da günümüzde birçok kişi için spotif başarı ile paralel gidiyor ne yazık ki. Yürekten Galatasaraylı için asıl acı olanı kulübün değerlerinin sömürüldüğünü görmek, tarihinin değiştirildiğini görmektir. Çünkü biz bu takımı sevmekle ve desteklemekle yükümlüyüz, ama bu yolda önümüze çıkan birçok engeli de aşmak zorundayız. Rijkaard'ın kovulması ve en son yapılan Kazım transferinden sonra uğradığım hayalkırıklığını yapılacak bir transfer, atılacak goller, kazanılacak maçlar dahi onaramayacak. Ne zaman bu yönetim değişecek, bu sistem değişecek, gün gelecek ve devran dönecek, o zaman eskisi gibi olabileceğim. Bu süre içinde içimde hep bir burukluk kalacak, stada giderken belki de ayaklarım geri gidecek, televizyon karşısında belki de başka bir maça bakacağım bazen. Bunu engelleyemeyişimin sebebi de kulübe duyduğum sevgidir, bağlılıktır. Yoksa, günlük heyecanlarla bağlı olsam, "ne var ki" deyip geçer, Kazım'ı çok rahat kabullenebilir, arada bir mağlup olunca yönetim istifa diye bağırır, giderdim. Ama olmuyor, yapamıyorum. Bu bir çeşit ruh hastalığı olsa gerek, seni bu kadar üzen ve hayalkırıklığına uğratan birşeyi, bu kadar içten sevebilmek.

Ruhunu kaybeden, asla eskisi gibi olamaz. Ruhumuzu ve sevgimizi kaybetmememiz dileğiyle.

Hiç yorum yok: