8 Kasım 2010

Uzun bir ara...

Yazmaya başlarken heyecanlarımdan birisi Galatasaray idi. Heyecanımı biraz erken kaybettim sanırım, iddiası olmayan bir takımdan öteye gidemedi Galatasaray. Beni en başta heyecanlandıran herşey kötüye gitti ve sonunda sıradanlaştı. Sezon açılırken takımı bir üst seviyeye taşıyacak transferler yapılamadı. Daha sonra UEFA'dan elendi takım. Lige kötü başladı, Sivas ve Bursa'ya yenildi. Transferin son gününde Misimovic (ve Insua, ama o bu yazının konusu bakımından bir figürandır şimdilik) transfer edildi. Ligde ilk 8 maçta ancak 4 galibiyet alındı,  geri kalan 4 maç kaybedildi. Futbol olarak geçen seneden bir santim ileri gidilemediğini gözlemledik üzüntüyle. Kewell, Arda, Baros sakatlandı, yerine girenler katkı veremedi. Ve Rijkaard & Co. gönderildi. Benim için kayış işte burada koptu. Bardağı taşıran son damla ile birlikte ne umudum, ne de isteğim kaldı artık. Benim tepkim kesinlikle Rijkaard'a değildi, kendi yanlışları içerisinde çırpınan yönetimledir alıp veremediğim. Takımı sonuna kadar desteklerim, çünkü renklerle benim işim, 90'larda ve 2000'lerin hemen başında hissettirdikleriyle, yaşattığı gururla, hırsıyla, savaşçılığıyla. Ama çok isteyerek almak istediğim kombineyi almaktan vazgeçiyorum, kendi çapımda yönetime tepki koyuyorum. Ve bundan sonra Hagi'ye, Tugay'a, Cana'ya, Misimovic'e, Ayhan'a, kısaca desteği hakeden herkese (birkaç kişi hariç, kim oldukları malum) sonuna kadar destek vereceğim, takım ne kadar kötüye giderse gitsin bunun yönetimin sorumluluğunda olduğunu bilerek ve asıl eleştirilmesi gerekenin yönetim olduğunu görerek.

Haftasonu Trabzonspor'a yenilmiş olmak kimseyi perişan etmemeli. Umutlar ve hevesler kaybolabilir, ama sevgi asla kaybolmayacaktır. İki sezondur yaşananlar içimizde bazı yaralar açmış olabilir, ama bilmek gerek ki bazı yaralar diğerlerinden çok daha çabuk iyileşir. Bunun yolu da sevgiden geçer. Takımı seviyorum, tarihinin en kötü başlangıcını yapmış olduğu için Galatasaray'dan nefret etme, takımı bırakma noktasına gelemem. Ayrı birşeydir Galatasaray sevgisi, başarısızlıklarla silinip gidecek geçici bir heves değildir. Buraya kadar iyi, güzel, ama kimse hayatını Galatasaray sevgisine de bağlamamalıdır. Bir mağlubiyette yaşama sevincini kaybeden, sokağa çıkamaz hale gelen insanlardan olmadım hiçbir zaman. Hayatta daha çok değer verdiğim şeyler oldu hep. Biraz uzaklaştım belki, ama kim sevdiğinden uzaklaşmaz ki zaman zaman. 

Diğer motivasyonumu da gerçekleştirmiş oldum, hayat futboldan ibaret değil. Hayatın kendisi büyük bir oyun alanı ve o kadar çok yaşanan şey var ki etrafta, hayatı futbolla sınırlamak büyük aptallık olurdu. Sevdiğinizden uzaklaştığınıza başkalarının hayatlarını merak edersiniz bazen, oturup diğerlerini gözlemlemek lazım. Bu şekilde neyin yanlış gittiğini ve nerede hata yaptığınızı görmeniz olasıdır. Yoksa eve kapanıp dört duvar arasında yaşayarak kimsenin birşey görebileceğini sanmıyorum. Hayat dışarıda bir yerlerde ve bu gezegende sadece siz yoksunuz. Bu gezegende sadece Galatasaray yok, olmamalı da zaten. Etrafınıza baktığınızda hayatta Galatasaray'dan çok daha kötü giden şeyler olduğunu da göreceksiniz muhtemelen, eğer fildişi kulede yaşamıyorsanız. 

Hayat sürprizlere açıktır, beklemediğiniz şeylerin olması hayatın rengidir, monotonlukla savaşınızda elinizdeki en büyük kozdur. Kim bilir, belki de bize bunları hissettiren Galatasaray, yarın beklenmedik birşey yapar, içinde vardır çünkü, mayasında vardır. Kim bilir, belki de geriden gelmek bir avantajdır, kimsenin şans vermediği bir dönemde herkesi şaşırtacak bir sonuç çıkabilir. Umutlar kaybolabilir, ama Galatasaray'ın yapacaklarının da sınırı yoktur. Belki de tek yapmamız gereken sabretmektir. Belki de zaman gerçekten herşeyin ilacıdır.

Herkese sevgiler ve bol sabırlar...


Hiç yorum yok: