Galatasaray'ın geçtiğimiz sezon yaşadığı başarısızlıkta herkesin ufak ufak rolleri oldu. Kaleciden tutun, ki Leo Franco'nun başarısızlıktaki payı öyle çok da fazla değildir, defans, orta saha, her bölgede belli başlı problemler vardı. Kewell ve Baros'un sakatlanması asıl darbeyi vurmuşken, orta sahadaki muhteşem üçlünün düşük performansı ve özellikle Elano'nun vurdumduymaz, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı tavırları, günümüz futbolunun en önemli bölgesi olan orta sahanın direncini de oldukça düşürmüştü. Böylece son 10-12 hafta civarı diğer etkenlerin de birleşmesiyle ortaya sıradan bir Anadolu takımının bile göstermeyeceği kadar kötü bir tablo çıktı.
Sorunun nerede olduğunun tespiti önemli. İstediğiniz kadar transfer yapın, eğer bazı sorunlarınız devam ediyorsa, başarısızlık kaçınılmaz. Geçen sezon takımdaki en büyük sorun orta sahadaki direnç ve istikrar eksikliğiydi. Bir maç Sarp, bir maç Barış, bir maç Mehmet Topal oynadı, neredeyse her maç farklı bir orta saha ile çıktı Rijkaard'ın Galatasaray'ı. Tabii oyuncular istikrar sağlayamadılar, zaten Elano dışındakilerin yetenekleri oldukça (hatta bayağı) sınırlıydı. Büyük bir futbol takımının orta sahası belki bir tane über-yeteneksiz orta saha futbolcusu kaldırabilir ama birden fazlası direnci düşürüyor. Pas hataları, top kayıpları, sağa sola deli danalar gibi koşarak harcanan efor ve maçın son on dakikasında neredeyse eli belinde gezecek kadar yorulan 3 orta saha oyuncusu. Puan kaybettiğimiz maçlarda yediğimiz gollerin birçoğunun son 10 dakikaya denk gelmesi bu açıdan bakıldığında bir tesadüften daha fazlası aslında.
Takım kurgusunda Rijkaard'ın elbette zaafları olmuştur. Orta sahanın istikrarsızlığı gibi, defans bloğu da birçok kez değişti. Servet Gökhan Zan ile başlayan stoper dizilişi, Hakan Balta ve Neill ile bitti. Arada Emre Aşık ve Emre Güngör de buraya girdiler. Caner'den sol bek yaratma çabaları da akıntıya karşı kürek çekmekten farksızdı. O Caner'i göbekli Santos'un yerine bile koymadı Young Boys maçlarında Aykut Kocaman. Kısacası takımın iskeletiyle bu kadar oynanmaması gerektiği ortada. Herkesin belli bölgesi vardır, maç içerisinde bu bölgeler değişir belki ama her maç farklı oyuncuları oynatmak, oyuncu kaliteniz düşükse ve ilk 11'inizle diğerleri arasında uçurum varsa, sportif intihardan farklı değil.
Elano, geçen sezon bende büyük hayal kırıklığı yarattı. Premier Lig'de bir orta saha oyuncusu için ortalamanın üstünde yeteneğe sahip, frikik ve uzaktan şutları etkili, milimetrik pas atabilen bir oyuncu olarak geldi Galatasaray'a. İstatistikleri de bu bilgileri doğruluyordu. Ama yanıldığımı sezonun ikinci yarısı gördüm; tahmin etmediğimiz bir şekilde Elano uyurgezer çıktı. Sahada koşmayan, mücadele etmeyen, topa girmeyen, etliye sütlüye karışmayan, arada denk gelirse "asist yapan adama asist yapan" bir görüntü çizdi. Gol ve asistlerinin toplamı iki elin parmaklarını geçmedi. İyi oynadığı maç sayısı daha azdır. Birçok insan Elano'nun yanına alınacak iki dirençli orta saha futbolcusu ile Elano'nun gerçek performansını sergileyeceğini düşünüyor ama bence burada bir mantık hatası var. Elano'nun Galatasaray'a gelmesindeki en önemli iki sebep Dünya Kupası'nda oynayabilmek için sürekli forma giyebileceği bir klüp olması ve kendisine hayatında bir daha göremeyeceği bir kontrat önerilmesiydi. Yoksa Türkiye Ligi ve özellikle Galatasaray'ın oyun karakteri ile Elano hiçbir zaman uymadı ve uymayacak.
Orta sahanın direncini artırmak adına alınan ilk futbolcu Lorik Cana. Fazla söze gerek yok, orta sahada tek başına dahi defansif olarak harikalar yaratabilecek bir futbolcu. Hırslı, agresif, karakterli ve inatçı. Kısacası pes etmeyi sevmeyen bir savaşçı, bir gladyatör. Tek başına dedik ama, mevcut oyuncularla değil tabii. Elano'nun büyük ihtimalle gideceğini düşünürsek, başlıktaki adamlardan en az ikisi bu takımda olmalı. Benim tercihim tabii ki Rosicky ve Ledesma olur.
Ledesma da tıpkı Cana gibi savaşçı özelliklere sahip. Özellikle Lazio forması ile oynadığı Roma maçlarında Arjantinlilerin kendilerine özgü başkaldırış kültüründen enstanteneler görebilirsiniz. Çok hızlı sayılmasa da pozisyon almasını bilen ve kolay kolay adam geçirmeyen bir futbolcu. Geçen sezonun ilk yarısı teknik direktörüne rest çektiği ve ayrılmak istediğini söylediği Lazio başkanı Claudio Lotito ile kavga ettiği için kadrodışı kalmıştı. Sezon arasında Inter'e kaçan Pandev'in de bu dönemde isyan bayrağını çektiğini düşünürsek, Lazio son yıllardaki düşüşünün bir sonucu olarak berbat bir futbol oynadı ve düşmesi muhtemel takımlar arasında gösteriliyordu. Sezonun ilk yarısı bittiğinde Lazio 15. sıradaydı ve ancak 4 galibiyet alabilmişti. Ancak sezonun ikinci yarısında, Capello'nun da eski kankalarından olan kurt hoca Edy Reja takımın başına getirildi. Yaptığı ilk iş Ledesma'yı ilk 11'e yerleştirmek oldu. İlk birkaç maç kondüsyon eksikliğinden zorlanır gibi görünse de Ledesma sezonun kalan bölümünde orta sahanın yükünü çeken oyuncu oldu. Lazio sezonu 12. sırada bitirdi. Sezon sonunda Lazio Serie A'da kalmayı başardıysa Reja ve Ledesma'nın katkısı büyüktür. Reja Ledesma'nın Lazio için ne anlama geldiğini biliyor ve bu yüzden gitmesine karşı. Geçen sezon Ledesma'yı kadro dışı bıraktıran başkan Claudio Lotito, bu sene Ledesma'ya 4 yıllık kontratı boşuna önermiyordur herhalde.
Rosicky ise başka bir hikaye. 2000'li yılların başından beri hayatımızda olan bir adam Rosicky. Dortmund'un 2001 yılındaki en son şampiyonluğunda ve aynı sene oynadığı UEFA Kupası finalinde kadrodaydı. Beş sezon boyunca formasını terlettiği Dortmund'un ekonomik durumunun kötüleşmesi ve klübün iflas etme noktasına gelmesi sonucu Arsenal'e satıldı. Dortmund'lu taraftarların Rosicky'nin gidişi sebebiyle yaşadıkları hayal kırıklığını bir taraftarın şu feryadı özetliyordu: "Babam ölseydi bu kadar üzülmezdim". Bir bildikleri varmış, Dortmund O'nun gidişinden beri iflah olmadı. Rosicky bir maestro. Adnan Polat'ın da dile getirdiği, takımın oyun kurucu eksikliğini giderebilecek bir üstad. Küçük Mozart lakabını sonuna kadar hakeden bir futbol bestecisi. Yaşadığı ağır sakatlığı ve geçirdiği ameliyatların etkisi üzerinden attığını, geçen sene oynadığı futbolla gösterdi. Hala %100 hazır değil açıkçası, 90 dakikayı çıkarabilir mi, soru işaretleri var. Ama 60 dakika dahi oynasa, sergileyeceği futbolu seyretmeye değecek.
Grella ve Polak hakkında ise söyleyecek pek sözüm yok. Grella'yı Blackburn maçlarından biliyorum, sert müdahaleleri dışında elle tutulur bir özelliği yok, o da nasıl bir özellikse tabii. İtalya'da oynarken seyretmemiştim ya da seyrettiğimi hatırlamıyorum, demek ki rakip oyuncuların bacaklarında bıraktığı izleri bende bırakamamış. Mustafa Sarp'tan bir gömlek aşağıda benim gözümde. Polak'ın da geçen sene dizindeki bütün bağları kopardığını düşünürsek, bu iki amcadan da cacık olmaz diyebiliriz.
Cana, Ledesma ve Rosicky'den oluşacak orta saha bu ligde iş yapar. Hepsi tecrübeli 27-30 yaşlarında, belli bir kariyerleri olan, herşeyden önemlisi nasıl futbol oynamaları gerektiğini bilen futbolcular. Ama öncelikle Ledesma ve Rosicky'nin resmi olarak açıklanması gerekecek. Bu akşam OFK maçından sonra gerçekten bir sürpriz olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder